bugün

entry'ler (759)

özgecan aslan

Konuyla ilgili "tecavüz ve cinayet karşısında dans mı yoksa kısas mı?" başlıklı bir yazı: http://haber10.com/makale/40511/#.VON2RuasXbM

--spoiler--

Dünya ziyadesiyle kirliydi ve o genç bir kızdı. Hayatı boyunca her türlü kötü ihtimali aklının bir köşesinde bulundurması ve ona göre önlem alması gerekiyordu. Mesela bu yüzden yanında biber gazı taşıyordu.

Minibüste tek kaldığı o an bir tedirginlik mutlaka yaşamıştı. Fakat akşamdı. Araçtan inmesi daha riskli olabilirdi. Belki cebinde ikinci bir minibüs parası da yoktu. Eve erken dönmeliydi. Sonuç olarak güvenmeyi seçti.

Fakat şoför, şeytanın bütün vesveselerine kulak vermişti. Direksiyon farklı yöne kırıldığında anladı genç kız. Yanındaki silahıyla, biber gazıyla saldırıya geçti. Boğuştular. Tecavüzü engelledi.

Ama karşısındaki yaradılış gereği boğuşmada daha üstündü. Canını korumaya gücü yetmedi.

Allah ona rahmet eylesin, ailesine de sabır versin.

Ne yazık ki bu kahredici olayın ardından yaşananlar da bir o kadar kahrediciydi.

Sosyal medyada işin içine din, ırk karıştırılıp ideolojik tartışmalar çıkarıldı. Mesela zanlılardan biri ülkücü işareti yaptığı için bütün ülkücüler suçlandı.

Katil, TOK minibüsçülerinden biri olduğu için bütün TOK sürücüleri katil ve tecavüzcü bellenerek araçları taşlandı.

ibret almayı, nefis muhasebesi yapmayı beceremeyenler savunulacak bir tarafı kalmamış suçlu üzerinden kendi günahlarını gizlediler ve duyarlı görünmekte yarışan ikiyüzlülerden oldular.

Diziler, yarışmalar, kadın programları, reklamlar… hepsi zehirli. insanların bunlardan etkilenmediği savunulamaz.

Evdeki televizyonlara her gün yüzlerce zina, tecavüz, cinayet sığıyor. Kadın bedeni metalaştırılıyor. Ve işte kadına karşı işlenen suçların temelinde de tam olarak bu var. Peki kadın hakları edebiyatı yapanlar neden bu noktada mücadele etmez?

Bir gün sahilde görmüştüm, 12-13 yaşındaki “çocuk sevgililer” birbirlerinin dudaklarına yapışmışlardı. Tıpkı dizilerdeki gibi öpüşüyorlardı!

“Ben yaşamadım bari evladım yaşasın”lar, “bekar erkektir yapar”lar, orasını burasını açması özgürlük bellenen kızlar… Çevremde hiç ummadığım kişilerin toplumdaki bu sakat algıya hizmet ettiğini gördüm, görüyorum.

Daha bunlar gibi ne kadar cahilane fiil veya fikir varsa hepsi islam’dan uzaklaştığımız içindir.

CHP’li milletvekili Aylin Nazlıaka ve beraberindeki kadınlar merhume toprağa verildiği saatlerde gülerek dans ediyorlardı.

Konuyla ilgili “Bunlar kendi ülkesine, kendi milletine, kendi insanının değerlerine, kültürüne o kadar uzaklar ki…” diye söze girdi cumhurbaşkanımız.

Oysa çağdaş Türk kadınımıza gayet yakışacağı üzere One Billion Rising yapıyordu onlar. Tecavüze ve kadın cinayetlerine karşı dünya bu şekilde tepki veriyordu.

Biz de Avrupa Birliği’ne girmek için dininin gereklerinden dahi vazgeçen, yasaları hiçbir islami iz taşımayan son model bir Avrupa ülkesi olduğumuz için bütün bu şuursuzluğu sonuna kadar hak ediyorduk.

Kimse bu ülkede adaletin olduğuna inanmıyor artık. Tecavüzcülerin serbest bırakıldığına şahidiz. Çözelim bunu artık. Yeter!

Bu gibi olaylarda ortadaki suçlu hak ettiği cezayı almadığı müddetçe öfkenin hedefi sapmaya devam edecek ve bu da konuyla alakasız başka insanların ölmelerine kadar gidecektir.

Bakara Suresi’nin 179. ayetinde “Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki suç işlemekten sakınırsınız.” şeklinde buyrulduysa ve biz de akıl sahibi Müslümanlarsak Allah kelamına uyacağız.

Yani bizim bu hususta AB bakanımızın nasıl düşündüğüne ihtiyacımız yok! Ne diyordu sayın bakan, “Ben elime silahı alır bunun cezasını kendim verirdim ama devlete insan öldürmek yakışmaz diye düşünüyorum.”

Allah aşkına kimin haberi var yahu bu islam’dan? Veya islam’dan kimsenin haberi olmasın diye gayet bilinçli olarak mı bu tür söylemler ön plana çıkarılıyor?

islam, sana öldürülen kişinin yakınıysan katilin akıbetini belirleme lüksü veriyor. Yani devletin anası, babası veya evladı değil de, senin evladın öldürüldüğü için bu hakkı devlete değil; sana tanıyor.

Elini kana bulamana, hapse girmene mani oluyor. insan problemlerine en uygun çözüm dinimizde mevcuttur. Bırakın “bence”lerle konuşmayı, dünyadan örnekler vermeyi filan da islam’a dönün!

Bizi yaratan, bize şah damarımızdan yakın bulunan Allah’tan daha mı iyi kural koyucuyuz? Kendimizi de ülkemizi de bu gafillikten kurtarmamız gerekiyor.

Allah’ın ayetlerini hatırlayıp hatırlatmadıkça ve onunla hükmetmedikçe insan için güzel olandan, elzem olandan uzak kalmaya mahkûmuz.

--spoiler--

billy the kid

kimsenin karşısına çıkmaya cesaret edemediği amerikalı hızlı kovboy. fakat osmanlı topraklarında operasyon çekmeye kalkarak hayatının hatasını yapmıştır. karaköy limanında müşir mustafa'yla girdiği düelloda öldürülmüştür.

(bkz: filinta)

alemlere rahmet ulusal kısa metraj film yarışması

dün gece ödül töreninde bulunduğum kısa film yarışmasıdır. bir ilk olmasına rağmen altın portakal'dan daha profesyoneldi her şey.

siyer araştırmaları merkezi

düzenledikleri alemlere rahmet ulusal kısa metraj film yarışması'yla kendilerinden haberdar olduğum kâr amacı gütmeyen, eli yüzü düzgün bir kuruluş.

ekmeleddin mehmet ihsanoğlu

le cumhurbaşkanı

salih mirzabeyoğlu

iyi ki içerde: http://haber10.com/makale/38788/#.Uyl8Y6h_tYd

muhsin yazıcıoğlu

"Bu ülkede dürüst olmak başa beladır ama o bela başımızın tacıdır." sözüyle kalmayıp bir politikacıya yakışmayacak şekilde yaşamı boyunca dürüst olmayı başarabilmiştir.

hakkında zerre bilgi sahibi olmayıp yalan yanlış yönlendirmelere kanmış karaktersizler tarafından iğrenç ithamlara uğrasa da, onun ne denli "insan" olduğunu bilenler bilir.

ruhu şad olsun, katilleri bulunsun!

kemal kılıçdaroğlu

6 oka mührünü basanlara "namussuz siyaseti" getirme sözü veren genel müdür. https://www.youtube.com/watch?v=ZTzJmQpyOFU

türkiye nin seçim kafası

seçime giden türkiye'yi absürt bir hikayeyle anlatan, bugün yayımlanmış bir yazı: http://www.haber10.com/makale/38742/#.UxZGOz9_uJQ

--spoiler--
Evdeki kanepede ceset gibi yatıyorum. Zihnim çok yorgun. Karşımdaki televizyonda bir haber bülteni açık. Televizyonun sesine caddeden geçen seçim otobüslerinin şarkılı türkülü gürültüsü de ekleniyor. Kumanda uzakta. Ne kalkıp televizyonu kapatabiliyorum ne de pencereyi örtebiliyorum. Sonra eziyete dönüşen sesler sis gibi dağılmaya, giderek anlamsız bir hal almaya başlıyor. Hissizleşiyorum. Bilincim yavaşça kapanıyor. Uykuyla uyanıklık halindeyim. Halüsinasyon görmeye başlıyorum:

Saray gibi bir yerdeyim... Ortada devasa bir masa ve masanın üstünde devasa bir sandık var. O masanın etrafındaki sandalyelerde de birçok tanınmış ismin oturduğunu fark ediyorum. içerideki herkes kendi aleminde. Varlığımı pek umursamıyorlar. Aralarında öylece dolanırken yakınından geçtiğim kişilerin konuşmalarını parça parça işitiyorum:

(Gülen, Hz. Azrail’le yan yana oturuyor. Görüntü ürkütücü olduğundan yanlarında fazla duramıyorum.)

GÜLEN: Ben Cebrail (as)’ı çok severim; aşık gibi, burnumun kemikleri sızlar. Hiç görmediğim, tanımadığım bir melek bu. O bir parti kursa ben ona diyeceğim ki, sen bir parti kurdun ama ben seni desteklemiyeceğim.

(Sarıgül, çaresiz görünüyor. Karşısındakileri haşlıyor sürekli.)

SARIGÜL: Ben şahsen buraya gelmişim, bir Sarıgül olarak gelmişim. Mustafa Sarıgül burada ve siz heyecanlanmıyorsunuz bile!

(Öyle öfkeli ki, yanından geçerken sebepsiz yere alnıma doğru bir yumruk sallıyor. Ama hamdolsun teğet geçiyor.)

SARIGÜL: Teneke gibi durma, ya alkışla ya da kaybol!

(Oradan da uzaklaşıp başbakanın bulunduğu tarafa geçiyorum. Başbakan, arkasını dönmüş ve kısık sesle telefonla konuşuyor. Fakat ahizeyi açık unutmuş. Telefonun diğer ucundaki ses olduğu gibi işitiliyor.)

BAŞBAKAN: Alo Bilal, şeyleri şey yapsana.

BiLAL: Bir daha söyler misin babacığım?

BAŞBAKAN: Şeyleri diyorum, şey ediver.

BiLAL: Ha?!

YAVER: Yorulmuşsunuzdur efendim, biraz dinlenin.

PARALEL OTURANLARDAN BiRi: Yalnız öyle böyle değil, iyi dinledik.

SAĞIR BiR iHTiYAR: insanları dinle mi aldatmışlar?

RiZELi GiBi KONUŞAN BiR AMERiKALI: Biylerr! iğrienç planlarimiz sonüç veriyir. Terslileri devrreye sokarak ne kadar pis adamlerr olduğumuzu gö… (Sözünü keserler.)

BiR VATANDAŞ: Ne diyor lan bu?

iKi VATANDAŞ: Senin yüzün neden karanlık dostum? Ağzınla değil de sallayıp durduğun o elindeki yüzüğünle konuşuyor gibisin.

ÜÇ VATANDAŞ: Ya anlasanıza işte, tıpkı kurbağa olayındaki gibi!

BÜLENT ERSOY: Biraz durun, durun biraz!

EMRE USLU: Hahahaha! Hayır.

GÜL: insan gerçekten hayret ediyor.

KILIÇDAROĞLU: Bu şehrin trafik sorununu çözemediler. Ama Sarıgül… (Bir müddet düşünür.)

DUYARLI VATANDAŞ: Lütfen ama her kafadan bir ses çıkmasın!

BAHÇELi: (Elindeki hesap makinesiyle ayağa fırlayarak.) Kırk yapar!!!

KILIÇDAROĞLU: ... 5 yıl içinde istanbul’un trafik sorununu çözecek!

KADiR TOPBAŞ: Anlayamadım?

KAVRAYIŞ AiLESi: Anlayamazsınız.

SEZEN AKSU: Bu dünya ne sana ne de bana kalmaz.

EROL BÜYÜKBURÇ: Saksı değilim ben!

ÇiLLER: Türkiye gibi bir ülkeyi bu tür halüsinasyan, bu tür hayali girişimlerle… halisülolo, halisiyu, halüs ee halüsyo, halisülale… bunu söylemekte, Türkçesini ifade etmekte sıkıntı çekiyorum.

(O sırada içeriye kalabalık bir artist grubu girer.)

iLBER ORTAYLI: Görüyorum ki aramıza yeni cahiller katılmış.

(Artist grubundakiler oradaki bütün kalabalığı bastıracak şekilde tek tek oyunculuk sergilemeye başlar.)

DENiZ ÇAKIR: Herkes oy verdi, bir ben kaldım yani?

SELiM BAYRAKTAR: Hangisine vereceksin be canım?

BUĞRA GÜLSOY: Kaç milyon, yetmiş?

iREM SAK: Çok bir şey değişmez öyle.

SELMA ERGEÇ: Bir oyla mı değişecek yani her şey?

MELTEM CUMBUL: Bir oyla mı değişecek her şey?

HARUN TEKiN: Bir oy da eksik oluversin canım!

OKAN ÇABALAR: Bir oy?

CANAN ERGÜDER: Bir oy.

SEDA BAKAN: Bir oy.

KORAY CANDEMiR: Sadece bir oy…

GÜVEN KIRAÇ: Minicik bir oy.

CEYDA DÜVENCi: Küçücük bir oy.

DOLUNAY SOYSERT: Oy senin sesin.

KENAN ECE: Oy ver.

RIZA KOCAOĞLU: Oy ver.

SARP AKKAYA: Lütfen oy ver.

MEHMET GÜNSUR: Oy ver... Bir oy, bir oydur.

MUSTAFA TOPALOĞLU: Oy oy Emine; nedir bu güzellikler, nedir bu güzellikler?

Sonra sesler ve görüntüler yavaşça dağılıyor ve kendime gelmeye başlıyorum. Son olarak görebildiğim kadarıyla da uzaylılar oradaki herkesi kaçırıyor. Fakat geride bir tek Mustafa Topaloğlu’nu bırakıyorlar. Ve o da masadaki sandığı zar zor bir kamyonetin arkasına yükleyerek oradan hızla uzaklaşıyor. Yoldan geçen biriyse yere uzanarak o kamyoneti kafasıyla durdurmaya çalışırken feci şekilde can veriyor.

Yattığım kanepeden doğrulurken belimin tutulduğunu anlıyorum. Pencereyi örtememiştim. Açıkta olan yerlerime soğuk yemiş olmalıyım. Ve aradan uzun bir süre geçmiş ki hava kararmış. Televizyondaki haberler bitmiş, yerine de Şefkat Tepe adındaki dizi başlamış. O an anladım ki, cereyanda kalan yerim aslında beynimmiş. Belim değil, aklım tutulmuş.

DiPNOT: itiraf etmeliyiz ki bu ülke seçim öncesi çok acayip oluyor. Gelişmeleri takip edenler yazdığım diyalogların ‘tamamen’ hayal ürünü olmadığını görecektir. Aslında ben sadece bir takım alıntılar yaptım ve onları ‘montajladım’!
--spoiler--

gülen örgütü nün deşifre olması

zaten deşifre olmuştu da, bir mensuplarının ölümü göze alarak bugün itibarıyla yayımlattığı mektup çok daha çarpıcı: http://www.haber10.com/haber/463706#.UsKjV9JdWJQ

"özet geç" diyecek olanlar için yazıdan seçtiğim bazı can alıcı noktalar:

--spoiler--
Türkiye yedi bölgeye bölünmüştür. Her bölgenin başında da yine bir imam vardır.

*

imamlar işin para kısmından ve maddi anlamda her şeyden sorumludurlar. Küçük bölgelerin parası büyük bölgenin muhasebecisinde toplanır. Her büyük bölgenin bir muhasebecisi, her eyaletin bir muhasebecisi, her ilin bir muhasebecisi... Yapı yukarı doğru bu şekilde sıralanır. Alt üst ilişkisi askeri bir hiyerarşiden daha sistemlidir. Ayrıca toplanan paralar için hiçbir zaman bir esnafa makbuz verilmez.

*

Bölge imamına ve muhasebecisine sonsuz güven vardır. Bu arada her küçük bölge en az yedi sekiz evden oluşur, kimi bölgelerde on üç, on dört ev bulmaktadır.

*

Ve Zaman Gazetesi… Her büyük bölgenin bir gazete mesulü bulunmaktadır. Mesulün görevi, mütevelli esnaflar üzerinden gazeteye abone bulmak ve abonelerin takibini yapmaktır. Her mütevellinin gazete hedefi vardır. Tiraj önemli olduğu için okunsun, okunmasın birinin gazeteye abone olması için okuryazar olmasına da gerek yoktur. Söz konusu tirajsa gerisi teferruattır. Abonelikler yıllık yapılır, çoklukla kredi kartıyla yapılan bu abonelikleri iptal etmek de mümkün değildir. Bazı dönemlerde bir esnaf yirmi otuz abone hedefi alır ve bunu gerçekleştirir. Öğrenci evlerinde ev imamları evde kalan her öğrenciyi abone yapmakla mükelleftirler.

*

Yetiştirilen öğrencilerin en az iki üç yıl hizmet geçmişinin olması gerekmektedir. Tam beşlik şakirt olmadan öğrenci bu sınavları kazanamaz. Herhangi bir zaafiyet gösterirse süreç içerisinde elenir, kendisiyle ilgilenilmiş gibi gösterilir ancak sınav aşamasında ve sonrasında herhangi bir şey yapılmaz. Daha önce Fetih okutulurdu (Fetih okutmak demek: Sınavda çıkacak soruların öğrencilere okutulup ezberletilmesi demektir) Kopya skandallarından sonra Fetih okutma işlemi ÖSYM'de bulunan Bilgi-işlem birimindeki paralel devlet elemanları tarafından bir yol bulunarak (kodlama şeması gibi) sınavlarda öğrencilerin yüksek puan alması sağlandı. Sınavlardan sonra mülakat aşamasında çok büyük torpil bulamayanlar dışında, kişi cemaate mensub değilse bu sınavları kazanamaz ve askeri okullarda okuyamaz.

*

Öğrenci ile abi arasında müthiş bir bağ kurulmaya çalışılır. ilk öğretim öğrencisi için abisi onun her şeyi olmalıdır, hatta anne babasına “abi” diye seslenen çocuklar olmuştur. Bir abinin dört ya da en fazla beş öğrencisi olur. En az iki üç yıl bu çocuklarla ilgilenilir.

*

imamın altında gurup mesulleri ve 5a'lar vardır. Adliyede uçan kuştan bile bu 5a'ların haberi olur. 5a bu birimin en önemli mekanizmasıdır. Adliyedeki çalışan 4 ve 5 dereceli kişilerden adliye çalışanları hakkında yazılı istihbarat toplarlar, önemli davaların dökümünü alıp merkeze götürürler. Hakim ve savcılar sürekli takip altındadır. 5a gözetim mekanizması sürekli çalışmaktadır.

*

Danıştay ve Yargıtay'da yapılan sınavlarda Fetih okutma işlemi yapılırken Adliyelerde bu mümkün değildir. Bir önceki Danıştay ve Yargıtay sınavlarında adaylara boş kağıtlar imzalatıldı ve sınav komisyonu tarafından hazırlanan yazılması imkansız metinler boş kağıtlara paralel uzantılar tarafından dolduruldu ve kendi istedikleri kişilerin yerleştirilmesi sağlandı. Bağımsız bir denetleme kurulu devreye girip bundan önceki yapılan sınavları tekrarlatırsa şimdi Yargıtay ve Danıştay'da çalışan personelin hiçbirinin kendilerine verilen metinleri yazamayacakları görülecektir. Bu sınavların şaibeli olduğu bu şekilde pekala ispatlanabilir.

*

Üç mesullüğün görev alanında olan öğrencinin annesinin başı Anadolu usulü kapalıysa sorun yoktur, ancak türban şeklinde bağlıysa ya açtırılıp, ya da Anadolu usulü kapatılıp fotoğraf çektirilir ve TC kimliği çekilen fotoğrafla değiştirilir.

*

Öğrenci kazandıktan sonra ailesi sıkıntı yaparsa ailesinden gizli görüşülür ve öğrenci kazandıktan sonra kendisini hazırlayan abisi ya da başka bir abi belirlenerek takip edilir. TSK ya da Polis Akademisinde okuyan öğrenciyle her hafta görüşülür. Öğrenci başka bir şehirdeyse ilgili abisi her hafta ya da iki haftada bir öğrenicinin olduğu şehre gidip önceden belirlenmiş esnaf evinde altı yedi saat manevi bir programla vakit geçirir. Cuma, Cumartesi ve Pazar günleri özellikle izmir, Balıkesir, istanbul ve Ankara seferleri yapan otobüslere bakın, kot ya da keten pantolon giyen, spor giyimli gözcü şakirt abilerle mutlaka karşılaşırsınız. Şehir dışına çıkan abinin bütün yol masrafı ve diğer giderleri öğrenciyi hazırlayan bölge tarafından karşılanır. Okul bitene kadar bu işlem böyle devam eder.

*

Öğrenci ibadetini ima ile yapar. Okurken de göreve başladığında da ima yoluyla ibadet eder. Abdest teyemmüm ile alınır, toprak yoksa duvar kullanılarak teyemmüm yapılır. Namaz için üç nokta seçilir ve üç noktaya bakarak kılınır. Uyurken, derste otururken ya da kitap okurken kıbleye dönmüş şekilde üç ayrı nokta seçer ve ibadetini bu şekilde noktaları takip ederek kıyam, rüku ve secde şeklinde gerçekleştirmiş olur.

*

Öğrenci okulu bitirdikten sonra yeterli donanıma sahip değilse birim tarafından kabul edilmez. Bu kişi kendisini gönderen bölge ve abileri tarafından aynı şekilde takip edilir, ta ki birim kendisini kabul edene kadar. Birimin kabul etmediği kişi artık arızadır ve “ümit” ismiyle kodlandırılır.

*

Hizmet ya da paralel devlet dediğimiz yapılanma içerisinde bölgesinden birimlerine kadar herkes müstear isim kullanır. Herkesin bir kod ismi vardır. Kod isim kullanan her abinin kendi üstüne kayıtlı olmayan bir telefonu vardır.Ülkemin tertemiz insanları adınıza kayıtlı kullanılan başka hat var mı yok mu bunu mutlaka sorgulayınız.

*

Her üniversite mesulünün elinde bütün üniversite listesi bulunur. isim isim kiminle ilgilenilebilir kiminle ilgilenilemez, her boyutuyla araştırılması yapılır. Kim ülkücüdür, kim solcudur, kim Ak Partilidir, kim hangi cemaate mensuptur. Havuzda toplanan bu bilgileri Milli istihbarat Teşkilatı bile toplayamaz. Karşımızdaki olağanüstü bir sistemle oluşturulmuş devasa bir örgüt bulunmaktadır.
--spoiler--

mustafa abdülcemil kırımoğlu

Son yüzyılın en büyük özgürlük kahramanı. an itibarıyla tarihin arka odası programının konuğu.

Mandela ırkçılık karşısında mücadele veren bir liderdi eyvallah. Ancak Ruslara karşı 50 yılı aşkın bir süre özgürlük mücadelesi veren bu küçük dev ondan hiç aşağı değildi ve 1993 yılında Mandela'ya verilen Nobel Barış Ödülü kesinlikle Kırımoğlu'nun hakkıydı. Ne var ki o Müslüman bir Türk'tü... Eminim, Mandela'ya methiyeler dizen binlerce özgürlükçü Türk, Kırımoğlu'nun adını bile bilmez...

recep tayyip erdoğan

günden güne büyüklüğü daha da hissedilen liderdir. ona dokunan gayretullaha da dokunmuş olacak ki şimdiye kadar üzerinde oynanan pek çok kirli oyundan zaferle çıktı ve hâlâ dimdik ayakta. allah bozmasın. ama bakalım ona savaş açmış kibir içindeki cemaati kim kurtaracak? allah, samimi olanlarla beraberdir. türlü türlü hinlikler düşünenlerse ancak kendilerini bitirir!

kemal kılıçdaroğlu

"obama ile aynı dokudan geliyoruz. Ben sıradan halktan biriyim, aristokrat bir aileden değil tipik bir Anadolu ailesinden geliyorum. Obama da böyle bir aileden geliyor. ABD'de 20 yıl önce siyahi bir başkan olacak deseler kimse inanmazdı, bugün ABD toplumu bunu aştı. Türkiye de aşmak zorunda. Türkiye'de Alevi'den Başbakan niye olmasın?" demiştir.

http://www.demokrathaber....ze-benziyoruz-h25508.html

obama yla birbirimize benziyoruz

peki ya kılıçdaroğlu benziyorsa?

http://www.demokrathaber....ze-benziyoruz-h25508.html

mustafa yeşil

fethullah gülen'in türkiye'deki temsilcisi.

şu an cnn'de cüneyt özdemir'in konuğu ve az önce "gülen cemaati kendi tabanına herhangi bir partiyi destekleyeceksin demez." türünden açık açık yalan söyledi.

mustafa balbay

meğer ne ileri görüşlü bir adammış! silivri'den sonbaharın sıcak geçeceğini bildirmişti ve eylülden beri sıcacık bir sonbahar geçiriyoruz. neredeyse kasım bitecek ama havanın maşallahı var...

sırrı süreyya önder

"Sarıgül eğer "Rabbim, Bismillah ve Atatürk" kelimelerini kullanmadan 15 dakika benimle tartışabilirse adaylıktan çekilirim." diyerek güldürmüştür.

sözlük yazarlarının itirafları

babamın doğum günüydü bugün. ailecek kutlama yapma alışkanlığımız yok ama akşam işten eve döndüğünde ona bu sefer bir sürpriz yapalım diye kararlaştırdık annemle. yapamadık... az evvel telefon etti babam, "ekmek lazım mı?" dedi. cevap verdim, "evet... bir de onun yanında kendine doğum günü pastası alsana. bizim paramız yetmedi de..."

kaç para ülen bir pasta? kaç para ülenn?!*

şefkat tepe

Sanki bu herifler çektikleri tüm filmlerin ve dizilerin de yapmacık olması için özel çaba sarf ediyorlar. Yüzlerin görülmediği ortamda oyunculuğun böylesi berbat olduğu bir sahne gerçekten zor bulunur! Bir sürü insanın içinde konuşma dilini kullanan tek kişi dahi yok. Jestler desen aşırı abartılı ve tutarsız. Ağızlar başka, eller başka konuşuyor. Hele o yabancı aksanlı Türkçe...

Konu içeriğinin iğrençliğine hiç girmiyorum bile! izleyin görün: http://www.samanyoluhaber...usurdu-6442-video-haberi/

bir de kendilerine sorsan muhteşem iş çıkarmışlardır. mesela dizileri ilk 100'de 1. sıraya oturmuş bu bölümüyle. bunu da "türkiye seçimini yaptı" manşetiyle taşıyorlar haber sitelerine...

dershaneler olmasaydı olmazdık

samanyolu haber'in dershaneler için mikrofon uzattığı bitmek bilmeyen haberlerindeki kişilerden duymamızın an meselesi olduğu cümledir.

dershaneler için küçük edayı ağlattılar, dershaneler olmasa kızlar genç yaşta evlenmek zorunda kalırdı dediler, dershaneler olmasa inşaatta çalışırdım diyen çıktı: http://www.youtube.com/wa...mbedded&v=GCxIwl61c9Q

bakalım yüce allah bize daha neler gösterecek...